26 Aralık 2012 Çarşamba

Gemideki emir-komuta zinciri

 Bilindiği üzere,orduda olduğu gibi,gemilerde de bir emir-komuta zinciri mevcut.Gerçi bu *komutan-er'den* ziyade,profesyonelce bir emir-komuta zinciri oluyo.Biraz saçma bi cümle oldu ama idare edin.

 Aslında bu zinciri anlatıcak çok güzel bir resim çekebilirdim gemideyken,ama güvenlik ihlali olacağından dolayı+bundan dolayı hakkımda dava açılacağından dolayı çekmedim o resmi(çok ciddi bi meseledir bu).

 Başlayalim.

 Cruise gemilerinde 3 temel bölüm bulunur.Bunlar:
-Köprüde çalişanlar(yetkili kişi kaptan):Celebrity gemilerinde alayı yunandır,kafa adamlardır.
-Otel operasyonları(yetkili kişi otel müdürü)
-Makina dairesinde çalişanlar(yetkili kişi baş mühendis)

 KÖPRÜ:
Köprü genelde 10.kattadır(en önde).
-Master(kaptan):Söylemeye gerek yok,geminin kaptanı.Geminin herşeyinden kendisi sorumludur.Bir satış elemanı olarak kendisini sadece mağazaları falan gezerken görürsünüz,meraba-meraba'dan öteye muhabbetiniz ol(a)maz.Ordudan örnek verirsem;bir er'in genelkurmay başkanını görmesi gibi bişey işte(biraz abartı oldu gerçi).

-Staff captain:Güvenlikten sorumlu 2.kaptan diyebiliriz kendisine.Genelde kaptanın kankası oluyo kendisi.Bizim gemidekiler,kaptanın çocukluk arkadaşı falandı.

-Safety officer:Aslında bu elemanda güvenlikten sorumlu.Ama ingilizce *safety/security* kelimeleri türkçede aynı anlama geldiği için,bunu açıklamak zor olucak biraz.Basitçe,bu eleman gemideki zorunlu eğitimleri verir,zorunlu tatbikatları falan ayarlar.Gemideki 3.kişi

-Navigational officer:Geminin rotasını ayarlayan kişi.

Bundan sonrada işte,3.kaptan,4.kaptan vs. diye gidiyo.

OTEL OPERASYONLARI:
 Bu aslında inanılmaz geniş bir bölüm.Cruise gemisinin olayı burası.Kendi içinde departmanları vardır,o departmanların içinde ayri departmanlar vardır.Otel operasyonlarını Otel müdürü idare eder,çok taşaklı bi adamdır.Basitçe,kontratınızın sancılı mı,eğlenceli mi geçeceğini belirleyen adamlardan birisidir.Bazısı çok kaprisli çıkar,bazısı tam kanka modundadır.Başlıca departmanlar:

 -Housekeeping:Basitçe bu adamlar geminin bakımını,temizliğini vs. üstlenirler.Başlangıç pozisyonu *cleaner*dır,yani temizlikçi.Daha sonra Asst.stateroom attendant(müşterilerin odalarını temizleyen kişiler) vs. diye yükselir.En kral parayı da bu adamlar yapar,bahşişlerden dolayı.Departman müdürü *chief housekeeper*dir,direk otel müdürüne rapor verir.Bu departmanın geneli hint,filipinli vs.dir.
 Cleanerların bazıları gemi personelinin odalarını temizlemeklede yükümlüdür.Basitçe staff kategorisi ve üstünün(müdürler vs) odalarını temizliyorlar(biz staff oluyoruz yani).Gemide yazılı olmayan kurallardan bir tanesi bu adamlara yaptıkları iş için belli miktarda para verilmesini içerir(15 gün için 20 dolar falan).

-Restoranlar:Bu adamların ne iş yaptığını anlatmıcam,zaten belli.Housekeepingle beraber,gemide en çok bunlar çalişir,paranın hasınıda bunlar yer.Giriş pozisyonu *snack attendant*tır(yani kominin komisi).Burayı restoran müdürü yönetir.Bu müdürün türk olma ihtimali her zaman vardır.Bu pozisyonla gemiden emekli(!) olanlar,genelde miamide,new yorkta falan kendi restoranlarını açıp,tecrübenin getirdiği paranın kaymağını yalar(bilerek böyle söyledim).Bu kaymak genelde villa,bmw vs. şeklinde oluyo farkettiyseniz.

 Gemilerde genelde açık büfe,asıl büyük restoran ve birkaç tane *speciality* restoran dediğimiz restoranlar bulunur.Speciality restoranlara gitmek için rezervasyon yapılması ve belli bir *dress code*la girilmesi zorunludur(kravat vs,şort/tshirtle giremezsiniz).Bu speciality restoranlar inanılmaz taşaklı olup,her biri ayrı bir atmosfere sahiptir(italyan/fransız/asya vs.).Gemi personeli buradan %50 indirim alır.

-Bar:Adı üstünde işte.Bar müdürü yönetir.Yeme içme müdürüne rapor verir.En ufak gemide 5-6 tane bar olduğundan dolayı büyük bir departman.

-Entertainment:Adı üstünde bu adamlar eğlenceyle uğraşir.Ufak departmanlardan birisi kendisi(geminin boyutuna göre değişir tabi).Gemideki eğlence baya çeşitli olduğu için,bu adamlarda ona göre çeşit çeşittir.Tiyatrocular,orkestra,acapella grubu(müziksiz şarkı söyleme,4 tane erkekten oluşur,değişik bişey yani,türkçesi ne bilmiyorum)ve daha adını hatırlayamadığım eğlenceyle ilgili herşeyle bu adamlar ilgilenir.Bu departmanı *cruise director* yönetir,otel müdürüne bağlıdır.Genelde amerikalı,kanadalı veya ingilizdir.Bu cruise director 30 sene boyunca hollywood filmlerinde dublörlük yapmış bi adam olabilir mesela.Tiyatrocular hariç,bu departmanda çalişanların geneli kafa insanlardır.Partileri bunlar organize eder,içkinin dibine vururlar.Tiyatrocular ve acapella grubu günün çoğu saati çalişmaz(provalar hariç),boş boş gezerler,onunla bununla muhabbet ederler.
 Tiyatrocular hariç dedim çünkü tiyatrocuların geneli hatun ve gay(hoş kendileriyle bi problemim yok)+göt kısımları tavanda olduğu için,bide üstüne sahte davranışlar/gülümseme vs eklenince,çok uğraşmak istemiyosunuz kendileriyle.
 Bide entertainment'a bağlı ufak bir departman var.Bu elemanlar Tv kayıdı falan yapiyo işte.Her geminin ayri bir televizyon kanalı var ve sürekli bişeyler dönüyo burada.Gemide neler oluyo vs. işte.

 -Guest Relations:Müşteri hizmetleri.Bünyesinde az kişi çalişir ama kilit departmanlardan birisidir.Daha basit bir şekilde anlatmam gerekirse,geminin kalbi burasıdır(müşteri memnuniyetiyle uğraştıkları için).Bitmek bilmeyen kaprise sahip gerizekalı amerikalılarla uğraşirlar.Eğer burada yakın arkadaşınız vs.çalişiyorsa,herşeyi size söylenmeden önce öğrenirsiniz(mesela ne zaman tatbikat olucak,acil bişeyler oluyo mu gemide vs).Bu departman vardiyali çalişir ve 7/24 açıktır.Giriş pozisyonu telefon operatörlüğüdür.Telefon operatörleri her türlü abuk subuk şeyle uğraşir.En basit örnek;gerizekalı amerikalının biri gecenin 3ünde arayip hamburger siparişi verebilir,veya gecenin 5inde arayıp ''odamı sel bastı'' diye bağırabilir.Departman müdürü *guest relations manager*dır.Otel müdürüne rapor verir.Genelde otel müdürüne en yakın insandir kendisi.

-Mutfak:Adından belli olacağı üzere,bunlar yemekleri yapar.Mürettebata yapılan yemeklerdende bunlar sorumludur.Çalişanların %90i müşterilerle muhatap olmaz(bazen şov yapmak için mutfaktan çıkarlar gerçi).Bu departmanı *executive chef*,yani baş aşçı yönetir.Bu elemanlar kitap yazacak kadar taşaklıdır genelde.Restoran müdürüyle kanka modunda çalişirlar.Yeme içme müdürüne rapor verir.

-Financial:Muhasebe departmanı.2 bölümü vardır;müşterilerle ilgilenenler ve gemi personeliyle ilgilenenler.Financial controller tarafından idare edilir,direk otel müdürüne bağlıdır.Mesela doları euroya mı çeviriceksiniz? Bu adamlara gidiyosunuz.

-Revenue partner(kar ortakları):Geldik benim bulunduğum departmana.Revenue partnerlar gemi şirketi için çalişmaz,kendi şirketleri vardir.Yaptığınız kar'ın bir kısmı gemi şirketine gider,diğeri kendi şirketinize.Ama bu bölümleri yöneten müdürler hem OMM(onboard marketing manager),hemde kendi şirketlerine rapor vermekle yükümlüdür.Bunun dışında hem gemi şirketinin,hemde kendi şirketlerinin kurallarına uyman zorundadırlar burada çalişanlar.Revenue partnerlar gemi içinde OMM'e bağlıdır.Bu elemanlar genelde kemal sunalın dedigi gibi *ibne gibin,puşt gibin bişey*dir.Bunun nedenide,OMM'lerin sabit bir maaşı olmaması,sizin gibi komisyon almasıdır.Hele birde ingilizse,o kontrat bitmez.

 Revenue partnerlar kendi içlerinde ayrılıyor tabi.Her birini farklı şirket yönettiği için.

 Photo gallery:Fotoğrafçılar burada çalışır.IMAGE denilen bir şirket yönetiyor bunları.Revenue partnerlar içinde en az para alanlar bunlar.

 SPA:Bu da adı üstünde saunadır,masajdır,bakım ürünleridir vs. gibi hizmetleri olan bir bölüm.Steiner adi verilen bir şirkette çalişiyor buradakiler.Çalişanların geneli güney afrikalı beyazlardır,hepside hatundur.Gemideki erkekler tarafından çok sevilir kendileri(neden acaba bi düşünün bakalım).Spa,gemi limanda olduğu zaman bile çaliştiği için,bunlar çok çalişir,çok para alır.

 Casino:Bunlar aslında başka bir şirkete bağlı değil,gemi şirketi için çalişiyorlar.Ama revenue partner olarak geçiyor.Ne yaptıklarını anlatmama gerek yok heralde?

 Shore Excursions:Bunlarda casino gibi.Yaptıkları iş limanda turların ayarlanmasını sağlamak,tur rehberlerini ayarlamak vs.Eğer burada çalişan bir tanıdık varsa,limanda yapılan belli turlara eskort olarak beleşe katılabilirsiniz.Eskort olmanın belli bir sorumluluğu var tabi(rapor yazmak,vs).

 Shops:Burası da bizim mekan.Cruise gemilerindeki mağazaları yöneten 2 şirket bulunur.Bunlardan en büyüğü starboard(80 küsür gemi),ikinciside harding brothers(bunlar ingiliz).Orta ve ufak gemilerde tek bir katta,büyük gemilerde 2 katta mağazalar bulunur.

 Online: Bunlarinda ayrı şirketi yok,gemiye bağlı olarak çalişiyorlar.Gemideki internet cafeyi,bilgisayar bazlı sorunları falan bu elemanlar çözer.Büyük gemilerde apple vs. ürünleri satan yerlerde oluyor.Genelde boş boş otururlar.

 Revenue partnerlar genelde geminin büyüklüğüne bağlı olarak tek veya iki katta bulunabilir.Genelde *mağazalar,daha sonra casino,daha sonra photo gallery* olarak ilerliyor.Buradaki maksat müşteriler her aradığını bulsun,parayı harcasın vs. diye.Bütün cruise gemilerinde tiyatronun çıkışı direk mağazalara bakar.Sebebi ise,tiyatrodaki şov bittikten sonra 300 den fazla kişiyi mağazalara,daha sonra casinoya vs. yönlendirmek,paranın dibine vurmaktır.

 Bunun dışında revenue partnerlarda çalişanlar *staff* kategorisinde olduğu için bazı ayrıcalıklara sahiptirler.Bu ayrıcalıklar baya taşaklı olabilir.Mesela müşterilerin gidebildiği açık büfede yemek yiyebilmek(bu inanılmaz önemli bi olay),gemideki her türlü cafe'den vs. faydalanabilmek,yine sadece müşterilerin gidebildiği fitness centera gidebilmek,spa'dan yararlanabilmek,gemideki *speciality restoran* denilen özel restoranlara gidebilmek bunlardan sadece birkaç tanesi.Ha bu olay şirketten şirkete göre değişir ve bu ayrıcalıklar bazı durumlarda kısıtlanabilir.Eğer açık büfe doluysa giremezsiniz,gemide salgın varsa(ki oluyor) otel müdürünün direktifleri doğrultusunda yine kısıtlanabilirsiniz.Bunların dışında,açık büfedeki personel ilk müşteriyle,daha sonra sizinle ilgilenmek zorundadır ve müşterilerin bulunduğu alanlarda 4 kişiden fazla oturamazsınız(restoranlar hariç).

 Özel olarak geçersek,otel operasyonlarında birkaç tane önemli insan var:
-Yeme içme müdürü:Bu adam önemli çok.Restoran,mutfak ve bar'ı yönetiyo kendisi.Ayrica kendisi mürettebatında yemeklerindende sorumlu olduğu için,eğer kendisiyle kanka olursanız bir telefonla çoğu şeyi halledebilir sizin yerinize.Basit örnek:1-2 haftadır personel yemekhanesindeki reçel çeşitleri azalmıştı,önceki kontratımdan da tanıdığım yeme içme müdürü gelmişti gemiye,yönettiğim mağazaya geldiğinde çıtlattım böyle böyle diye.1 telefon,sonraki gün reçeller yemekhanedeydi.
 Normal şartlar altında bunu insan kaynakları müdürüne söyleyeceksiniz,o da bilmemne supervisor'una söylicek,arada kesin bişeyler unutulacak,o iş olmayacaktı yani.
-Otel müdürü
-Guest relations manager,yani müşteri ilişkilerinden sorumlu müdür
-Omm,yani onboard marketing manager:Dedigim gibi,bu eleman ibne gibin puşt gibin bişey.
-Chief housekeeper:Bu da işte odaların temizliğinden falan sorumlu

 Böylece otel operasyonlarını bitirmiş oluyoruz efenim.Belki unuttuğum bikaç bişey vardır,onlarıda artık hatırlayınca yazarim.

 MAKİNE DAİRESİ:
Bu adamları ortalıkta görmezsiniz,zaten makine dairesine girmenizde yasaktır.Kendi içlerinde ayrı bölümleri mevcut,1.elektrikçi,2.elektrikçi,yağcı vs. gibi.Her an herşey başlarına gelebilir(son kontratımda makine dairesinde patlama oldu mesela,2 tane bulgar eleman öldü).Başmühendis tarafından yönetilir.

 Departmanlar aşağı yukarı bu şekilde.Hiçbir kategoriye girmeyenlerde var tabi.

-Human Resources:Adı üstünde insan kaynakları.Mürettebatla ilgilenirler.Bunlar 4 kişidir aslında;

 Crew welfare officer:Personel için gerekli ürünleri satar(şampuan vs.),partileri organize eder,mürettebatın her türlü şeyiyle bu ilgilenir işte.

Crew administration:Bu elemanda bürokrasiyle ilgilenir.Kontrat biticek ama avrupada iniceksiniz,e süper uber türk vatandaşısınız,schengen vizesi mi lazım? Bu elemana başvuruyosunuz.

 Training&Development Manager:Bu eleman eğitimle ilgilenir.Gemiye ilk bindiğiniz zaman gerekli eğitimleri bu eleman verir (sexual harassment,ethics,vs).Genelde amerikalı/kanadalıdır.

 Human Resources Manager:Bu da insan kaynakları müdürü.Direk kaptana bağlıdır,mürettebatın herşeyiyle o ilgilenir,istediğiniz zaman gidip muhabbet edebilirsiniz,dertleşebilirsiniz vs.Bir nevi psikologdur.Ayrica mürettebatın yaşam alanıyla da bu eleman ilgilenir.Mesela yeni çamaşır makinası mı alınacak? bu elemana gidiyosunuz.

 Ayrica insan kaynakları bölümü mürettebatın eğlencesinden falanda sorumludur.Arada bir tombala düzenlerler,kazanırsanız yüklü bi miktar alabilirsiniz.Ben ilk kontratımda 5000 doları 1 sayıyla kaçırmışım,sonraki kontratta tutturdum 1000 dolar aldım.

-Security:Adı üstünde güvenlik.Ufak bir departmandır.Gemiden çıkışta gerekli belgeleri kontrol ederler,gemiye girişte güvenlik kontrolünüde bu adamlar yapar,bu güvenlik kontrolü gittiğiniz yere göre değişir.Karayiplerde uyuşturucu için özel kontrol yapılırken(ayakkabı vs. çıkartmaca),avrupada *koy götüne* anlayışı hakimdir.
 Güvenlik görevlileri genelde filipinli/hintlidir,gemi denizdeyken hiçbişey yapmazlar devriye gezmekten başka.Gerekli rüşveti verirseniz,gemiye yiyecek falanda sokabilirsiniz(extrem olmadığı sürece,ben donut sokmuştum mesela).
 Genelde bu departmanı yönetenler israillidir.En basit şekilde,baş güvenlik görevlisi eski bir mossad ajanı olabilir,veya israil ordusunda görev yapmış emekli albay vs.Direk Staff captain'a bağlıdırlar.

 -Laundry:Bu adamların görevi -adı üstünde- her türlü çamaşırı yıkamaktır.Gemi personeli ve müşteriler için ayri odalar mevcuttur.Bunların hepsi çinlidir,çok azı ingilizce bilir.%90ının kontratı çamaşır odası/kendi odası arasında geçer.Her gün astronomik miktarlarda çamaşır yıkarlar(istatistiği vardı ama hiç uğraşamicam şimdi bakmakla).Çamaşırlık devasa bir mekandır,hayvan gibide ses gelir.Laundry master tarafından idare edilir(buda çinli tabi).Anlamadığım nokta bu elemanda neden bu kadar çok apolet olduğudur.

 Departmanlar kabaca bu şekilde.

Eğer bir sorununuz varsa,bu emir komuta zinciri içinde çözmeniz gerekir.Yani ilk önce müdürünüzle konuşucaksınız,sonra müdür kendi üstüyle konuşucak(bu bizim için OMM oluyor),eğer sorunu omm çözemezse,o otel müdürüne söylüyo vs.Ha uzun bir emir komuta zinciri olduğu için arada tabi unutulabiliyo falan.Onada yapicak bişey yok.

 Ha tabi bu arada kalan müdürlerden birisini kanka modunda tanıyosanız,o zaman bu zincir bozulabilir rahatça.

 Uzun oldu,arada unuttuklarım falan vardır illaki.Hadi bakam iyi okumalar.

7 Aralık 2012 Cuma

Irkçılık,önyargı vs. hakkında bikaç bişey

 Oradan buradan çok duyuyodum *yok almanlar ırkçı,yok şu ülkeye gitme onların hepsi ırkçı* vs vs. diye.Hiçbirine inanmadımda,millet çok inanarak söylüyodu bunları.Sonra ilgimi çekti nasi bişey bu diye.

 Irkçılık denilen şeyi aslında biz de dahil olmak üzere çoğu kimse yanlış kullanıyor.Basit bir örnek verirsek;eğer bir alman,hollandalıları sevmiyorum derse,o almana otomatikman ırkçı deniyor.Ayni şekilde bir ermeni *türkleri sevmiyorum,hepsi soykırımcı*bıdı bıdı bişeyler derse,bizde otomatikman kendisine ırkçı diyoruz.

 Kullanım aslında yanlış.Bir insan başka bir millete mensup insanları sevmiyorsa kendi seçimidir.Ha bizde tabi düşünceye saygı denilen şey olmadığı için,biz dümdüz ırkçı deriz o ayri,ama ermenilerden,kürtlerden tiksinmeyide çok iyi biliriz.
 Konu dağılmasın,neyse.

Irkçı bir insan nasıldır mesela?
 O kişinin bir yetkisi varsa(polis,devlet memuru vs.) ve bu yetkiyi sırf o hizmeti kendisinden alacak kişi sevmediği bir ülkeden geldiği için savsakliyosa veya o hizmeti vermiyosa,o kişi ırkçıdır.Bu da suç oluyo zaten.
 Açıklama karışık olduğundan dolayı örneklicem:
Almanyada pasaport kuyruğunda beklerken,polis memuru sırf türkleri sevmiyor diye sizi 10 dakika yerine 30 dakika bekletiyorsa,sorgu odasına vs. aliyosa,o eleman ırkçı oluyo.
 Bu olayı anlamakta zor aslında.Çünkü havaalanı pasaport kontrolü yapan polislerin vizeyi iptal etme,sorgu odasına yollama vs. sürüyle yetkisi var.Neden de belirtmesine gerek yok.

 Basitçe bir yabancıyla muhabbet ederken,eğer *ben türkleri sevmiyorum* diyosa,kendisi ırkçı olmuyor yani(genelde bizim insanımız öyle anlar),önyargılı oluyor..Ama o elemanı sırf türk diye döverse,öldürürse vs. ırkçı oluyor.

 Aradaki farkı anlamayanlar okumaya devam etmeyebilir.

Açıkça söylemem gerekiyo ki,gittiğim hiçbir yerde sırf türküm diye insanlar bana değişik davranmadı(1-2 tane istisna var tabi,gerçi ırçılıktan çok,önyargı denilebilir).Hoş amerikalılar falan cahil cüheyla salak insanlar olduğundan dolayı,zaten ülkenizi bilmiyo,bilmediği için ırkçılıkla falan alakasıda olmuyo.Onların ırkçılığı zencilere,hispaniklere falan karşı.

  Avrupa'ya gelirsek,
Bilindiği üzere bölgesinin lideri olan süper uber ülkemizin durumu şu an *avrupanın meksikası* şeklinde.Nasıl ki meksikada yaşayanlar ABD'ye girmek için sürüyle dalavere çeviriyosa,bizimkilerde aynen avrupaya gitmek için sürüyle dalavere çeviriyo.Sırf bundan dolayı elçiliklerde sürünüyoruz.Rus vatandaşları bile daha az belgeyle işlerini bitiriyo.Dalavereye kanıt isteyenler,her sabah almanya/fransa/hollanda elçiliklerinin önündeki *güruh*a bakabilir.Ben vize memuru olsam bunların hiçbirini elçiliğe bile sokmam diyosunuz zaten.
 Birde bunun üstüne avrupada yaşayan türklerin kebapçılıktan başka bişey yapmaması,suça karışması,yasalardaki her türlü boşluğu bulup(hollandada 5 çocuk yapip parasını alip+illegal çalişmak gibi) sonuna kadar kullanmasıda eklenince,sonuç çok iyi olmuyo tabi.

 Millet şimdi diyebilir *lan avrupada okuyan,adam gibi meslek sahibi çok türk var*.Var da,o adamların genele oranı kaç,bi de onu sormak lazım.En basit örnek,bir televizyon kanalı almancı liselilerle röportaj yapmıştı,''ne iş yapmak istiyorsunuz'' sorusunun cevabı ''araba tamircisi,kebapçı,amele'' vs. şeklindeydi.Adam sonunda isyan edip ''niye doktor,avukat vs.'' olmak istemiyosunuz diye sorunca,elemanlar ''zor oralara girmek'' diye cevap vermişti.
 Ki bunun dışında,kötü şeyler hatırlanır,iyi şeyler değil.

 Süper(!) ülkemizin bu popülaritesinden dolayı,avrupada genelde bir önyargı oluyor.Olaylara adamların penceresinden de bakmak lazım.Sürekli *şu türk şunu yaptı,şu faslı bunu yaptı* vs. temalı haberler okuya okuya,adamlarda önyargı oluşuyo doğal olarak.Bide bunun üstüne türkiyeye gelip ziyadesiyle kazıklanınca,çok iyi oluyo çok güzel iyi oluyo.

Gittiğim yerlerde yaşayanlarla konuşurken en çok duyduğum cümle şuydu ''senin ingilizcen ne güzel,karşılaştığım türklerin hiçbirisi adam gibi konuşamiyor''.Anlayana çok şey anlatiyor aslında bu cümle.En basitinden bunu almanlardan bile duydum.Sanki kendileri çok iyi konuşuyo ya,neyse.

 Buradan yola çıkarsak,önyargıyı yıkmanın en sağlam yolu kebapçı,işsiz güçsüz takımından olmadığınızı kendilerine hissettirmek.Bunun en kolay yoluda dil bilmekten geçiyor.
 Tabi ki de ülkemde mevcut *ingilizce bilmiyorum,eksikliğini hissetmiyorum* kafası devam ettikçe(özellikle benim yaşımdakiler,üniversiteliler vs.şu anki durum reziller ötesi),bunun yıkılması da yakın zamanda mümkün gözükmüyo.En basit örnek yabancılar şubesindeki polislerin zerre ingilizce bilmemesi,işi düşenlere *türkçe bilsinler banane* faşistliğinde yaklaşması,mesela mesela.

 Ha bu benim tecrübemdir.Başkasının tecrübesi tamamen ayrıdır,onu bilemem.

Eyyorlamam o kadar.

4 Aralık 2012 Salı

İş görüşmesine gitmece+panama endorsement

New york+gemiadamı cüzdanıyla işim bittikten sonra,tek yapmam gereken şey italyadan bizi işe alacak adamın gelmesini beklemekti.

 İş görüşmesinin nasıl olacağı hakkında kimsenin tek kelime bilgisi de yoktu ayrica.Nası bişeyse.Eleman bizim abiye mail atmış *şöyle şöyle yapicam,toplu görüşme yapicam,satış tekniklerini ölçücem* vs. sallamış bişeyler ama hiçbirini yapmadı sonuç olarak.

Sonuç olarak süslendik püslendik,ankamall'un yanındaki 5 yıldızlı bi otelde iş görüşmesine gittik.Ben amerikalıların yaptığı gibi toplu bir şekilde mülakata alınacağımızı zannediyodum ama eleman italyanlığını göstererek teker teker aldı bizi.

 İlk ben girdim.

Herifin tip zaten sokaktaki mahmut abinin fular takmış hali.Hayatımdaki en garip iş görüşmesinide kendisiyle yapmış bulundum.

 Eleman eline kağıdı aldı,saattir,mücevherattır sorularını sordu,verdiğim cevaplara göre kağıda notlar aldı.Satış tekniğiyle alakalı tek soru sordu sadece.

 Amerikalıların çok önem verdiği teamwork'tür,gülümsemedir bilmemnedir,bu herifler sallamıyo anladığım kadarıyla.Tam türk kafası yani.Hoş fark var mı diye sormak lazım.

 Sonuçta işi aldım ama istediğim pozisyonda alamadım.

Bu da bişey gerçi.


 Sonra öğrendik ki,türkiyeden alınan gemiadamı cüzdanıyla panama bandıralı gemilerde çalişamiyomuşuz(adamların gemileri panama bandıralı).Panama fahri konsolosluğundan endorsement kağıdı almak gerekiyomuş.

 Endorsement ne demek lan diye soranlar için,basit bi şekilde *denklik* diyebilirim.

Bu belge 3 ay geçerli(bir daha verilmiyor),3 ay içinde gemiye gidip,içeriden panama gemiadamı cüzdanı çıkartmak gerekiyor -ki adamlar yapiyo bunu-.
 Panama gemiadamı cüzdanının en büyük avantajı,avrupa(ingiltere vs. dahil)ya vizesiz gidebilme(sadece görev için tabi).

 Bir nebzede olsa vize illetinden kurtulucaz yani.

 Sonuç olarak izmirdeki konsolosluğa belgeleri mailladım,onlarda belgeyi mailladı.Toplam geçen süre 4 saat.
Bide *cüzi* bir miktar ''bayılmış'' olduk kendilerine.

 Kontrat gelince yazarım daha.

3 Aralık 2012 Pazartesi

New York

 Bilen bilir,metropollere alerjisi olan bir insanım.Sırf bu yüzden sürekli metropollere gitmek zorunda kaliyorum zaten(istanbulda 1 ay kalmak zorunda olmak,vs).Murphy kanunlarını seviyoruz.

 Gerçi şimdi düşününce,o kadarda kötü bi yer değilmiş.Bi ara tekrar gitmeyi düşünebilirim.

 New York'a gitmek zorundaydım,zaten planda uzun süre önce yapılmıştı.Şirket Florida'da olduğundan dolayı,New york başkonsolosluğuna bağlıydım askerlik tecili için.

 Amaç turistik olmayınca+bide hayvani bir metropol olunca çok detaylıca gezmedim.Zaten New york için en az 1 hafta kalmak elzem.

 Normal şartlar altında eylülün sonu gibi gitmem lazımdı,ama istanbul trafiği+mallık yapıp uçağı kaçırınca(oha),5 gün ertelenmiş oldu yolculuk.Ekstra bilet parasıda azıcık girmiş oldu.
 Asıl olay şu aslında,ben hep frankfurt aktarmalı gittiğim için frankfurtta güvenlik kontrolünden vs. geçmiyodum.Şimdi direk uçuş olunca+gelişmemiş bi ülkede yaşadığımı unutunca direk uçuşta 4 tane ayri kontrolden geçmenizin zorunlu olduğunu unutmuşum tabi(hoş biliyomuydun diye bi sorsana).Check-in 3 saat önceden açılıyor.
 Check-in yapmadan önce sıraya giriyosunuz,ordaki bi eleman *istanbulda nerde kaldınız,nerde yaşiyosunuz,bavulda tırnak makası dahil kesici bişey varmı,bavulu kim hazırladı* tarzı sorular sormakta.
 Onu geçerseniz,pasaportun arkasına sticker yapiştiriyo ve sonraki elemanlar bilgisayara bilgi falan giriyolar.
Bundan sonra atatürk havaalanı *open gate* uygulamasına geçtiği için,pasaporttan sonra toplu bi güvenlik kontrolü oluyo.
 En son olarakta gate'e giderken vize kontrolünden sonra elemanın biri el bagajlarının hepsini teker teker kontrol ediyo.
 Dumur olmuş bi şekilde bikaç görevliye sordum,nedir diye,onlarda bu uygulamanın 20 senedir olduğunu söyledi.Bilemicem ne kadar doğru.
 Gidecek olan varsa aktarmalı gitsin,frankfurtta hiçbişeye bakmiyolar.

 Girişteki kontrollere de değinmek lazım:
Şimdi bilindiği üzere ABD turist vizelerini 10 senelik veriyo,ama bu demek değildir ki ülkeye girince 10 sene kalınabiliyor.
 Böyle bişey olmadığından dolayı,uçakta verilen I-94 formunu doldurup,polise verince ne kadar kalacağınızı falan soruyo,standart sorular.
 ABD'ye niye geldin(ben iphone alıcam dedim valla,yoksa işin yoksa askerliği açıkla adama,ki anlamazsa sebep göstermeksizin ülkeye geri yollama yetkisi var),nerede kalıcan,ne kadar kalıcan falan.Böyle bi durumda otel rezervasyonunu göstermek elzem.
 Ülkede ne kadar kalacağınız pasaporta basılacak damgada ve I-94 formunda yazar.Polis damgaya bişey yazmadıysa,6 ay kalınır maksimum.
 Güncelleme(15-05-2016):I-94 formu artık yok,sadece gümrük formu dolduruluyor.

 New Yorktaki en büyük sıkıntı konaklama aslında.Şehir manyak gibi pahalı olunca hostellerde pahalı oluyo.Ben airbnb.com'da evinin bir veya birkaç odasını kiralayan kişilerle konuşup 4 gün cüzi bir masrafla kalmış bulundum.Yunan bi elemandı,mekanda long islandda.Airbnb baya güzel bi site aslında,bazı kişiler tamamen bu işe ayrılmış ayri bi ev kiraliyolar,bazısıda evinin bir veya birkaç odasını kiraya veriyo,boş zamanı oluncada takılıyosunuz işte.

 Şehir hakkında konuşursak:

Aradığınız herşeyi New yorkta bulmak mümkün(yasal veya değil).Buna birde sürüyle değişik insanın birlikte yaşaması eklenince,şehir dünya başkenti sıfatını tamamen hakediyo(yiğidi öldür hakkını ver şimdi).

 Gecenin bi yarısı varmış bulundum,ona rağmen havaalanı manyak gibi kalabalıktı -gerçi havaalanı demek hakaret,şehir lan-.Gel gör ki pakistanlı ibne bi taksici tarafından kazıklanmaktanda kurtulamadım şimdi.Bide herif bütün yol boyunca tayyip muhabbeti yaptı.

Şehir uçaktan gayet güzel gözüküyo geceleri:

   Bu bi klişedir aslında ya,neyse.

Normalde amerikan şehirlerinin ruhu yoktur bana göre(istisnalar var tabi),ama new york apayri bi mekan.İstanbul gibi orospu olmuş bi şehir değil,hayvan gibi nüfusuna rağmen ciddi bir düzen sözkonusu(arka sokaklar hariç tabi her metropol gibi).Özellikle manhattan'ın haritasına bakınca anliyosunuz zaten,en azından 90.sokağın yukarısında 91.sokak var (ankarada yaşayanlar anladı dediğimi).

 İlk gün başkonsolosluğa gitmem lazımdı.Orasıda kaldığım yere baya yakındı,Birleşmiş Milletler binasının hemen orda.Polis yoğunluğundan anlaşiliyo zaten.Ayrica KKTC temsilciliğide aynı binada.

 Şimdi mesele askerlikle alakalı herşeye ziyadesiyle kıl bi insan olarak aklımda sürüyle soru vardı tabi giderken -acaba uzatıcaklar mı,acaba kıllık yapip otun bokun belgesini isteyecekler mi- şeklinde.Sonuçta işinizin tamamlanması o memurun o günkü ruh haline bağlı.Birde *standartların* dışında bir insansanız -yani gemide çalişip gemiadamı cüzdanı yoksa-,olay iyice boka bağlayabiliyo.

 Gitmeden önce sürüyle mail atmıştım kendilerine,hepsine de cevap yazmışlardı.Ekonsolosluk sayfası süper işliyo,yiğidin hakkını veriyorum hemen.

 En nihayetinde olay gayet rahat halloldu.Gereken belgeler şu şekilde:
-Pasaportun fotokopisi,giriş çıkışlar,vize vs.
-C1D vizesinin fotokopisi(bunu çalişma izni olarak kabul ediyolar)
-Kimlik vs.işte standart
-Fotoğraf
-Şirketin insan kaynakları departmanından alınan *bu adam bizimle çalişiyo şu zamandan beri* diyen kağıt
-Bide kontratlar.

 Ben ekstra olarak maaş bordrosu falanda götürdüydüm istemediler.
Askerliğe bakan kadın çok tatlıydı,çokta yardımcı oldu zaten.Sonuç olarak yarım saat falan bekliyosunuz,o sırada bütün secereniz ortaya çıkıyo (kıbrısta okumuşun,çaliştin mi diye bile sordu).Daha sonra *askerliğiniz 2016 sonuna kadar uzatılmıştır* yazan kağıda imza atip,bi fotokopisini alip,filmlerdeki kötü adam gülüşüyle dışarı çıkıyosunuz.Ayni belge türkiyeye gidiyo bide,askerlik şubesinden onay almak için.
 Kendileriyle Dövizli askerlik için tekrar görüşücez(yoksa roma büyükelçiligi ile mi,bilemem).

 Artık gezmeye hazırım.

 Gezmeye başlamadan önce söylemem gereken şey şu:
New yorkta hayvani bir metro ağı mevcut.Her yere gidiyo,sınırsız kartlar vs.de mevcut.Ama ara sıra özel günlerde vs. trenler ve gittikleri duraklar değiştiği için,bakmakta yarar var.Zaten metro duraklarında yaziyor.
 Metroyu turistler ve alt kesim kullanıyor genellikle.Orta kesim ve zenginlerin zaten arabası var.O bakımdan göreceğiniz kişiler hispanic,çinliler falan olucak.Bir kere evsizle karşılaştım,öyle bir kokuyu hayatımda tecrübe etmedim.Uzak durun.
 Ha bide metroyu tabiri caizse *bok* götürüyo.Öyle isveçteki gibi fantastik metro dizaynları falan yok.

 İlk durağım Central station(tren istasyonu)daki apple store'du bazı siparişler dolayısıyla.
  Ünlü olduğu kadar var.Bayada büyük bi mekan kendisi.

 Siparişleri aldıktan sonra 5.caddeye doğru yollandım.
5. cadde hakkaten değişik bi mekan.Aradığım herşeyin burada olduğu hissini verdi(herşey ama).Elektronikçiler için 2 tane best buy,apple store ve B&H mevcut.
 B&H bunların arasında en büyüğü.Hasidik yahudiler tarafından işletiliyo.Eğer *pis yahudiler* vs. kafasındaysanız gitmeyin(bu kafada olmak için ne içiyosaniz banada söyleyin bide).Müşteri hizmetlerinin efsane olduğu söyleniyo burasının.

 Efsane apple store:
  Garip bi şekilde sürüyle Lindt çikolataları satan mekanlar vardı.Havaalanında alırım fazla para vermeyelim diye almadım,havaalanında da guyliandan başka bişey bulamadım.Nası bişeyse artık.

    Rolex:

  Saatten az buz anlayan birisi olarak,rolexin boktan olduğunu rahat rahat söyleyebilirim.O paraya değmiyo yani.

 5.caddede 2 tane büyük katedral mevcut.

  Üstteki ingiliz anglikan kilisesi,alttakini unuttum.

Ayrica merkez kütüphanede burada.
  Orjinal Trump Towerda mevcut:

 5.caddeden genel görüntüler:

 Sokak satıcılarıda mevcut,sosisli satanlarda.Herşey var yani.Paraya kıyarsanız tabi.

  İlk günü 5.caddeyle bitirdim.

Sonraki gün kaldığım yerin yanında bisiklet kiralayan bir mekan vardı,atladım hemen.20 dolara bir günlük bisikleti kiralamış olduk.Şehirde bisikletliler için özel yollar var(ki new yorkun nüfusu istanbuldan fazla,yapan yapiyo dimi?),özel yolların olmadığı yerlerde kaldırımın dibinden sürebiliyosunuz.Bunun dışında arabaların gittiği yöne doğru gitmeniz lazım.Son olarakta çevre yolundan gidemiyosunuz(bunu neden söylediğimi anlicaksınız şimdi).Kurallara dikkat ediliyor.

 Bisiklete atladıktan sonra tekrar manhattan'a doğru yola çıktım.Manhattan'ı Long Island'a bağlayan queensborough köprüsünden geçmem lazımdı.Bu köprüde de bisikletliler için ayri yol var.
  Çok bişey belli olmuyo ama idare edin işte.Hava kararınca güzel manzaralar ortaya çıkıyo.

 Manhattan'a gelince ilk durağım central parktı.
Parkın konsepti değişik ve güzel.Sonuçta gökdelenlerin tam ortasındasınız.Central parkın içinde hayvanat bahçeside bulunmakta.
 Tek eksisi hakkaten inanılmaz yapay durması.Bağırıyo yani -hele avrupadaki parkları gördüyseniz-.
Sonuç olarak New yorkta yaşayanlar sadece burada ağaç görebiliyo,öylede bişey var.

 Parkın girişi:

 Parktan görüntüler:









 
 İnanılmaz büyük olduğundan dolayı kafadan yarım gün gider buraya.Parkın en sevdiğim tarafı ünlü düşünürlerin vs. heykellerinin olduğu caddemsi bi yere sahip olması

  Beethoven reyiz:

  Colomb abimiz:
 
  Metroyla gayet rahat ulaşilabiliyo parka.
 Şehrin tam ortasında olmasına rağmen nasıl bu kadar sessiz onada şaşırdığımı belirtmem gerek.Finlandiyadaki sessizlikle yarışır rahat.

  Parktan çıkışta dumurla karşılaştım:
 Hani kuzey kıbrıs tanınmıyodu lan?!

  Central parktan sonra 5.caddeyi boylu boyuna geçerek ilk times square'a daldım.Yol üstünde denilebilir.


 Times meydanı hakkında söylenicek bişey yok,filmlerde ne gördüyseniz aynısı işte.
Hard rock cafede burada:
  Heralde tshirtünü almadığım tek hard rock cafe burasıdır.

Tam lower manhattan'a doğru gidecekken gözüm madam tussauds müzesine takıldı.Amsterdamdakine gidemediğim için intikamımı burdakinden aldım.

  Sağdaki oturan boğa,hep merak etmiştim aslında nası göründüğünü.

  HAN SOLO ABİMİZ:
  Soldaki yazıya dikkat,bu elemanın kim olduğunu bilmiyorum ama.
  Bunu bilmeyen ölsün:
  Ne diyoruz?
Fuck you justin bieber.

 Bir Amerikan klasiği olarak marvel karakterleride unutulmamış:

  Bu bölümde ufak bir sinema salonuda mevcut,içeride 5 boyutlu kısa bi film gösteriyolar.Su falan fışkırıyo işte.Güzel bi deneyim,yapin bunu.

 Ciddi anlamda büyük bir mekan.Ben sevdim,tavsiye ederim.

 Madame Tussaudstan sonra,rotayı lower manhattan bölgesine çevirdim.Yolda Kızılderililerin müzesi vardi(kapalıydı giremedik):
 Lower manhattan'a giderken bir süre sonra gökdelenler yerini amerikan tipi birbirine bitişik villa tarzı evlere birakiyo.Ne demek istediğimi şu resim anlatsın:

  Büyükçede bir kilise mevcut:
 Bu ara sokaklarda yahudi,italyan,yunan,çin mahalleleri vs. mevcut.Ben anayolu takip ettim.
Yolun sonunda George Washington parkı mevcut:

  Parkı geçtikten 1 saat sonra manhattan adasının en güneyindeki sahil yoluna varmıştım:

 Ayrica burada new yorkun eski halini görebilirsiniz:

  New york sahil yolu istanbul gibi değil,üstünüzden yol falan geçiyo,saçma sapan bişey yani.Ha adamlar bazı yerlere park yapip bu olayı elimine etmişler.

 Haritada görülen en güney uçtan sağ yapip bisiklet yolunu takip ettim.En güney uçtan özgürlük heykeli görülebiliyor ama hava baya bozduğu için güzel bi görüntü çıkmadı:
  Zaten gittigim zaman bakımdaydı,istesemde gidemezdim.

Sağa saptıktan 1 saat sonra vietnam savaşında hayatını kaybedenler için yapılmış bir anıta rastladım.
 Harita falanda varda,yağmur yağdıgı için çekemedim onun fotoğrafını.
Sonuçta adamlar vietnam savaşında boku bokuna öldü.

 Bir süre sonra tekrar içeri saparak çin mahallesine vardım:

 Çokta içeri girmedim şimdi ne yalan söyliyim.

 Sahil yolunun en güzel tarafı manzaranın süper olması.Özellikle hava kararırken bisiklet sürerseniz,köprülerin ışıklarını,gökdelenleri vs. görebilirsiniz.Ben biraz erken çekmiş bulundum fotoğrafları.

  Empire state:

 Sahil yolundan devam ederken nasıl olduysa çevre yoluna girdim,giriş o giriş.Yukarıda anlatıcam dediğim kısım bu.
10 dakika sonra arkamdan polis sirenlerini duyunca *aha boku yedik hacı* diyip,sola çektim bisikleti.Polis kamerayi falan görünce mal turist kontenjanından olduğumu anlayip *şöyle şöyle yapican,şuradan caddeye çıkabilirsin,bende seni takip edicem* diyince,tekrar yola koyulduk.
 Burada dumur eden olay şu;
 Polis beni takip ederken,HİÇBİR araba polis arabasını geçmedi.Nası bişeyse artık.
Caddeye kadar takip ettikten sonra tekrar durdurdu,pasaport falan sorunca *hakkaten boku yedik* dedim(tabi içimden lan).Pasaport yoktu yanımda çünkü.
 Sonuç olarak ekstra saygı gösterip,dürüst olunca,vukuatsız bir şekilde elemanla yollarımızı ayırdık.Bu da dumur eden bir anı olarak beynime kazınmış bulundu.

 Queensborough köprüsüne gelene kadar hava kararmıştı zaten.
 Queensborough köprüsündeki bisiklet yolunda fotoğraf çekmek isteyenler için özel bölmeler vardı,kendisini sonuna kadar kullandım:

 Böylece nooldu?
1 tam gün boyunca bisiklet sürerek götümü ve bacaklarımı deli gibi ağrıtmayı becermiş oldum.

 Birkaç genel görüntüyle bitireyim:







 Bitirmeden önce şunları şöylemem gerek:
Özellikle turistik yerlerde(şehir turistik gerçi) fazla fazla polis göreceksiniz.Eğer adres vs. soracaksanız polislere sorun,iphonelarını çıkartıp haritadan gösteriyolar(oha).Hep öyle yaptım,hiçte kötü tepki vs. almadım.Amerikalıların göstermelikte olsa nazik olduklarını bilip ona göre davranmak lazım polislere.En azından çat diye konuya girmek yerine *excuse me*'yle girmek faydalı.
 Bunun dışında özellikle 11 eylülden sonra çıkan saçma sapan güvenlik yasalarından dolayı polisin çok geniş bi yetkisi var.Herkes korkuyo kendilerinden işte,olay o.

 Metroda ise,güvenlik görevlisi yardımcı olacaktır.

Gerçi heryerde harita mevcut.Haritalarda gayet detaylı ve önemli heryeri göstermekte.

 Daha önce dediğim gibi,New yorkun %10unu görmemişimdir.En aşagı 1 hafta kalmak lazım.
Özellikle şehrin dışındaki adalar gayet ilginç.Bunlardan birisi *staten island*,şehir ilk kurulduğunda göçmenlerin karantina altına alındığı bir mekan mesela.
 Ne bilim özgürlük heykelidir,empire state'tir falan görülmesi lazım.
Çin ve italyan mahallelerinde kaybolmak lazım.

 Sonuç olarak New york hakkaten görülmesi gereken bi yer.Kendine ait bir ruhu var şehrin.Son zamanlarda suç oranlarıda baya azalmış zaten.

 Dönüş uçağımda gecenin bi yarısıydı ama bu sefer taksiye kazıklanmak yerine,metro kullanıp 5 dolara gidiverdim JFK'ya.
 Thy 4.terminalde(bak bundan emin değilim ama).İngiltere ve irlanda da olduğu gibi çıkışta pasaport kontrolü yok ama ülkeye girişte verilen I-94 formlarının MUTLAK suretle check in görevlisine verilmesi lazım.Verilmezse ülkeden çıkışınız yapılmıyo,sonraki gelişte artık allah kerim.
 Bide duty free alanındaki restoranlarda falan döner mevcut.Bazı mağazalarda türkçe konuşan elemanda var.

 Gidişte olduğu gibi,dönüşte vukuatsız geçmedi tabi.
İlk önce check-in'de beklerken birkaç tane eleman birbiriyle tartıştı,polis geldi,akabinde sınırdışı+ömür boyu ABD'ye girememe cezasını içlerine almış bulundular.Bu elemanlar nereliydi acaba?
 Bide uçağı sıkmabaşlı,kara çarşaflı abuk subuk sürüyle insanla doldurmayaydınız,iyiydi.Nereye gittiğimi önceden gözüme gözüme soktunuz sevgili thy.

  Bitirmeden hemen THY-Lufthansa-Delta karşılaştırması yapayım.3ününde okyanus ötesini görmüş bulunduğumdan dolayı.
 THY bilindiği üzere yemekleriyle hakkaten ezici bi üstünlüğe sahip.Bunun en büyük sebebi,yemeklerin bizim damak tadımıza uygun olması.Yoksa ekstra bi gülümseme,servis falan yok.
 Lufthansanın servisini daha çok beğendim diyebilirim.
 Delta boktan.

New yorkta gelin,görün vs. işte.Fazla bişey söylemicem.