Gemiye ilk bindigim yere geri geldim.İlk geldigimde gezmemiştim açıkçası,şimdi tam vaktidir diyip sabahın köründe yola çıktım.1 gece kalacaktık zaten.
San francisco tam bir amerikan metropolisi aslında.Nüfusu çok fazla olmamasına ragmen -1 milyon civari-,etnik çeşitlilik had safhada.
Şehir özellikle 1960larda *gaylerin şehri* olarak biliniyordu.Şimdilerde Liberallerin ABD'deki kalesi olarak nitelendiriliyor.Şehirde ciddi anlamda turist var.Gemilerde sıklıkla buraya geldigi için,liman bölgesi doluydu.
En önemli gezilecek yerler alcatraz adası,Golden gate köprüsü,taksim-tünel *tramway*larinin san francisco hali -cable car olarak geçiyor- bide chinatown tabi ki.
Gel gör ki alcatraza gidemedim,çünkü gelecek 1 ay için rezervasyonlar doluydu (bu özgürlük anıtını hatırlattı ya,neyse).Golden gate köprüsü zaten gemi gelirken görülüyor.Chinatown'a gitmedim zaten vancouverdakini görmüştüm.
En sevdiğim şeyi yaparak,sokaklarda kayboldum tabi.
Biz gittigimizde hava hakkaten kötüydü ama buna ragmen manzara güzeldi tabi.Diğer limanların aksine,gemi buraya ögleden sonra vardıgı için,işimizi çabuk bitirip golden gate köprüsünden geçmeden,10uncu kattaki yerlerimizi almıştık.
Videoyla bunu gösterebilirim dimi?
Şehirden çıkan başka bir celebrity gemisine de selam yollamayı unutmadı kaptan.
Manzara şu şekilde:
Alcatraz adası görülüyor ufukta:
Hava bir açtı bir kapadı,ama genelde kapalıydı.
Sabah kalkıp direk dışarı attım kendimi -3 aydan sonra düzgün şehir görüyoduk çünkü-.Kaybola kaybola -coit tower-a geldim.Burası biraz tepeye konuşlanmış kısa bir kule.Önünde Colombusun heykeli var.
Çokta bir olayı yok,ama manzarası güzeldi:
Coit towerdan aşagı doğru yürürken şu tür sokaklardan geçiliyor:
Bi 10-15 dakika yürüdükten sonra ciddi anlamda kaybolmuştum,bulundugum sokaklardan mantı kokusu+orda burda italyan bayrakları görünce,anladım ki italyan mahallesindeydim.Yunan restoranları falanda vardı tabi.
Şu şekil:
Buradan tamamen şans eseri ana caddeye inebildim.Martin Luther anısına yapılmış bir anıt vardı:
Seattle gibi burda da müze gırla,ama gitmedim ne yalan söyliyim.
Martin luther anıtının hemen yakınında sergi vardı:
Aslında chinatowna gitmeyerek hata yapmışız ama yapcak bişey yok tabi bu saatten sonra.Genelde amerikan şehirlerinde avrupadaki gibi *buraya buraya ve buraya gitmeniz gerek,çok önemli* tarzi bi şey yok.Sokaklarda kaybolmak yeterli.Bunun birincil sebebi de,amerikan şehirlerinin tarihi olmaması.
Bu şehrin ruhu var yani.Sevdim diyebilirim.
Aslında bundan sonra San Diegoyu anlatacaktım ama tarihe göre gittigimden dolayı+hawaii ile işim bittikten sonra San Diegoyu adam gibi gezdigimden,daha sonra anlaticam.
Kontratım Hawaii'den dönüşte bitiyordu zaten.
Sonraki liman
Hilo.
San francisco tam bir amerikan metropolisi aslında.Nüfusu çok fazla olmamasına ragmen -1 milyon civari-,etnik çeşitlilik had safhada.
Şehir özellikle 1960larda *gaylerin şehri* olarak biliniyordu.Şimdilerde Liberallerin ABD'deki kalesi olarak nitelendiriliyor.Şehirde ciddi anlamda turist var.Gemilerde sıklıkla buraya geldigi için,liman bölgesi doluydu.
En önemli gezilecek yerler alcatraz adası,Golden gate köprüsü,taksim-tünel *tramway*larinin san francisco hali -cable car olarak geçiyor- bide chinatown tabi ki.
Gel gör ki alcatraza gidemedim,çünkü gelecek 1 ay için rezervasyonlar doluydu (bu özgürlük anıtını hatırlattı ya,neyse).Golden gate köprüsü zaten gemi gelirken görülüyor.Chinatown'a gitmedim zaten vancouverdakini görmüştüm.
En sevdiğim şeyi yaparak,sokaklarda kayboldum tabi.
Biz gittigimizde hava hakkaten kötüydü ama buna ragmen manzara güzeldi tabi.Diğer limanların aksine,gemi buraya ögleden sonra vardıgı için,işimizi çabuk bitirip golden gate köprüsünden geçmeden,10uncu kattaki yerlerimizi almıştık.
Videoyla bunu gösterebilirim dimi?
Manzara şu şekilde:
Alcatraz adası görülüyor ufukta:
Hava bir açtı bir kapadı,ama genelde kapalıydı.
Sabah kalkıp direk dışarı attım kendimi -3 aydan sonra düzgün şehir görüyoduk çünkü-.Kaybola kaybola -coit tower-a geldim.Burası biraz tepeye konuşlanmış kısa bir kule.Önünde Colombusun heykeli var.
Çokta bir olayı yok,ama manzarası güzeldi:
Bi 10-15 dakika yürüdükten sonra ciddi anlamda kaybolmuştum,bulundugum sokaklardan mantı kokusu+orda burda italyan bayrakları görünce,anladım ki italyan mahallesindeydim.Yunan restoranları falanda vardı tabi.
Şu şekil:
Buradan tamamen şans eseri ana caddeye inebildim.Martin Luther anısına yapılmış bir anıt vardı:
Seattle gibi burda da müze gırla,ama gitmedim ne yalan söyliyim.
Martin luther anıtının hemen yakınında sergi vardı:
Aslında chinatowna gitmeyerek hata yapmışız ama yapcak bişey yok tabi bu saatten sonra.Genelde amerikan şehirlerinde avrupadaki gibi *buraya buraya ve buraya gitmeniz gerek,çok önemli* tarzi bi şey yok.Sokaklarda kaybolmak yeterli.Bunun birincil sebebi de,amerikan şehirlerinin tarihi olmaması.
Bu şehrin ruhu var yani.Sevdim diyebilirim.
Aslında bundan sonra San Diegoyu anlatacaktım ama tarihe göre gittigimden dolayı+hawaii ile işim bittikten sonra San Diegoyu adam gibi gezdigimden,daha sonra anlaticam.
Kontratım Hawaii'den dönüşte bitiyordu zaten.
Sonraki liman
Hilo.
"Bi 10-15 dakika yürüdükten sonra ciddi anlamda kaybolmuştum,bulundugum sokaklardan mantı kokusu+orda burda italyan bayrakları görünce,anladım ki italyan mahallesindeydim.Yunan restoranları falanda vardı tabi.
YanıtlaSilŞu şekil:"
Bunu yazdıktan sonra altına koyduğun resimdeki yeşil bina The Godfather filmini çeken Francis Ford Coppola'nın yaşadığı yer. Altındaki Cafe Zoetrope ise ona aitmiş. Buranın önünden geçerken taksici söylemişti bana da.